Ölüler Üzerindeki Devlet Kontrolü: Neden Mezar Taşlarına Kamera Takılıyor?
Gündem

Ölüler Üzerindeki Devlet Kontrolü: Neden Mezar Taşlarına Kamera Takılıyor?


28 May 20255 dk okuma14 görüntülenmeSon güncelleme: 04 July 2025

Devletlerin ölüler üzerindeki denetimi, son dönemde İbrahim Kaypakkaya'nın mezarına kamera yerleştirilmesi ve Hindistan'da Maoist lider Basavaraju'nun ailesine cenazesinin verilmemesi gibi olaylarla yeniden gündeme geldi. Peki, devletler neden ölüler üzerinde bu kadar ısrarcı bir denetim kurmaya çalışıyor? Bu durum, iktidarın şiddetinin ölüm ve yas süreçleri üzerinden nasıl işlediğinin bir göstergesi mi?

Ölüm Terbiyesi ve İktidarın Şiddeti

Prof. Dr. Zeynep Sayın, "Ölüm Terbiyesi" adlı eserinde, devletin ölülere yaklaşımını ve ölüme dair pratikleri analiz ederek, iktidarın şiddetinin ölüm ve yas süreçleri üzerinden nasıl işlediğini ortaya koyuyor. Kitap, özellikle cenazeler, anma biçimleri ve yas hakkı gibi konulara odaklanıyor. Sayın'a göre, ölünün bedeninin kontrolü aslında yaşayanlar üzerinde kurulmak istenen iktidarın bir yansımasıdır. Devlet, bazı ölüler için yas tutulmasına izin vermez çünkü bu yas, toplumsal hafızayı diri tutar. Yas tutma hakkının engellenmesi, sadece devlet tarafından bir duygunun bastırılması değil, aynı zamanda direnişin ve hatırlamanın da bastırılmasıdır.

Kaypakkaya'nın Mezarına Kamera: Hukuk Dışı Caydırma Amacı

Türkiye Komünist Partisi/Marksist-Leninist'in (TKP/ML) kurucusu İbrahim Kaypakkaya'nın mezarına kamera yerleştirilmesi, bu denetimin somut bir örneği olarak karşımıza çıkıyor. Avukat Meral Hanbayat, bu gelişmeyi değerlendirerek, "Devrimcilerin mezar taşlarına el konulması, zaman zaman zarar verilmesi, mezarlık anmalarının abluka altında yapılması, engellenmesi ya da anmalarda ‘suçu ve suçluyu övmek’ten ya da ‘yasa dışı örgüt propagandası’ yapılmaktan dava açıldığı süreçleri hep yaşadık," diyor. Hanbayat'a göre, Kaypakkaya'nın mezarına kamera yerleştirilmesi hem hukuk dışı hem de caydırma amacı taşıyor. İnsanların sevdiklerini, değer atfettikleri kişileri mezarının başında anması hayatın olağan bir parçasıyken, bunu kriminalize etmek ve suç haline getirmek kabul edilemez.

Yıllardır Kaypakkaya'nın her anması kayıt altına alınıyor. 2000'lerin başından beri Kaypakkaya ile ilgili herhangi bir söz kurulması, fotoğraf paylaşılması ya da basın açıklaması soruşturma konusu oluyor. Soruşturmalar mezarlıkta yapılan anmalarla da sınırlı değil. Kaypakkaya hakkında tweet atmak da benzer şekilde cezalandırılıyor. Baktığımızda Kaypakkaya’ya dair neredeyse söylenen her söz, suçun konusu hâline getiriliyor.

İbrahim Kaypakkaya’ya özel bir abluka uygulandığı açık. Devletin algısıyla doğrudan ilişkili bir durum bu tabii ki. Kaypakkaya’nın siyasi tespitleri ve mücadele biçimi devlet tarafından daha ‘tehlikeli’ olarak görülüyor. Devletin, yargının ve polisin tutumu, söz konusu Kaypakkaya olduğunda inanılmaz sert bir boyuta ulaşıyor.

Basavaraju'nun Cenazesi: Aileye Teslim Edilmeme Vakası

Cenazelerin denetimine dair bir diğer örnek ise Hindistan'da yaşandı. Hindistan Komünist Partisi (Maoist) Genel Sekreteri Nambala Keshav Rao (Basavaraju) ve 26 Maoist'in cenazeleri, güvenlik güçleriyle çıkan çatışmada öldürülmelerinin ardından ailelerine teslim edilmedi. Basavaraju'nun kardeşi, Chhattisgarh polisinin yalan söylediğini, Yüksek Mahkeme kararlarına uymayarak insan haklarını ihlal ettiğini ve ölen Maoistlerin cenazelerinin memleketlerine götürülmesine izin vermediğini belirtti. "Cenazeleri memleketimize götürmek istedik. Çürümeye başlamış olabilirler; ama biz yine de son yolculuklarına memleketimizde uğurlamak istiyorduk. Polis buna müsaade etmedi," dedi.

Musallat Olma Teorisi ve Devletlerin Hafıza Tahakkümü

Fransız filozof Jacques Derrida'nın geliştirdiği musallat olma teorisi, geçmişte bastırılmış ya da dışlanmış olanın bugün hâlâ bir hayalet gibi dolaştığını, geri dönüp bugünü şekillendirdiğini savunur. Kamera, fişleme, abluka, cenazeyi yakınlara teslim etmeme gibi araç ve yöntemler, devletlerin siyasi bir hayaletle baş etme stratejileri arasında yer alır. Devletler, bu eylemler vasıtasıyla geçmişi gömmeye, görünmez kılmaya çalışırlar. Ancak her baskı, hayaletin daha güçlü şekilde geri dönmesine neden olabilir. Çünkü musallat olan yalnızca bu figürlerin varlıkları değil; hayatları, uğradıkları şiddet ve ailelerinin adalet talebidir. Bu yüzden hayaletlerin ya da musallat olma hâlinin şöyle bir işlevi de vardır: Devletlerin hafıza üzerindeki tahakkümünü kırarlar, ailelerin ve yakınların adalet ve hatırlama taleplerini diri tutarlar.

Devletlerin ölüler üzerindeki denetimi, aslında yaşayanlar üzerinde kurmak istedikleri iktidarın bir yansımasıdır. Bu denetim, yas hakkının engellenmesi, toplumsal hafızanın bastırılması ve direnişin önlenmesi gibi amaçlara hizmet eder. Ancak, musallat olma teorisinin de gösterdiği gibi, her baskı, hayaletin daha güçlü bir şekilde geri dönmesine neden olabilir. Ailelerin ve yakınların adalet ve hatırlama talepleri, devletlerin hafıza üzerindeki tahakkümünü kırmaya devam edecektir.